20 Aralık 2010 Pazartesi

veee yeni yılın ilk hediyeleri...






Uykum kaçınca bir de geri sayımda son iki olunca hediye işini hızlandırmak lazım diye düşündüm. Saat 12de başlayan çalışmalarım 3te son buldu. İşte hem astigmat hem hipermetrop gözlerle hazırlanan sıcak sıcak ilk ürünler...
...
Tam herşey bitti diye yatağımın üstüne saçtığım rengarenk iplerim ve keçelerimi toplarken kardeşim geldi ve şaşkın gözlerine hakim olmaya çalışarak "bana da bişeyler yapsana" dedi. İlk siparişimi böylece almış oldum:)
Oturduk kız arkadaşı için aşağıda gördüğünüz tacı yaptık.



Şimdi merak edenler ve bende yapabilirim diyenler için (kimse benden daha beceriksiz değildir =) ) ;

Öncelikle renk renk keçeler ve eğer bulabiliyorsanız keçe ipi, bulamazsanız da etamin işlenen kalın renkli iplerden alabilirsiniz. Yüzlerce renk çeşidiyle istediğiniz tezatlıkları da yatarabilirsiniz. İnce keçeleri sertleştirmek için mukavva şart, sağlam bir uhu, misina, boy boy etamin iğneleri, makas, şekilleri çizmek için sabun ya da tebeşir, renkli düğmeler, siyah metal taçlar...
Model belirlemek için google, benim gibi ipliği iğneye geçiremiyorsanız gözlük, bir tutam beceri bir de içine katmak için sevgi =)

Hepsi bir araya geldimi işte bu renklerden yukarıdakiler üretilebiliyor. İlk denemelerimi kardeşimin kız arkadaşı ve tehlikeli beşli üzerinde denemeyi düşünüyorum... Eğer siparişler gelmeye başlarsa Eminönüne gidip oradaki dükkanları alt üst etmeye başlayabilirim. En kaliteli keçeleri ve en çok rengi ennn ucuza bulabileceğiniz tek yer =)

Bu kadar çiçekten böcekten sonra şimdi siyah beyaz ofise gitmeden hemen önce 3 saatlik renkli rüyalara dalma zamanı...



14 Aralık 2010 Salı

süprüüüz zamanııı...

2 haftalık tatile doğru geri sayımı yaparken bir yandan da hadi artık yeni yıl gelsin de yeni takvimlere geçelim diye üstü karalanmış takvimime çentikler atıyorum.
Hediye faslı 23ünden sonra burada olmayacağım için yavaştan başlamış oldu benim açımdan. Ufak tefek hediyelere bakmaya başladım hatta bazılarını içine bir tutam sevgi de katarak kendim yapmaya başladım:) Bu yıl bir keçe modasıdır gidiyor, yaka iğneleri tokalar süs eşyaları... Karar verdim keçeler biraz burnumu kaşındırıp beni hapşırtsa da benim de elim iğne iplik tutabilir dedim oturdum rengarenk keçelerin başına. Önümde bir birinden güzel modeller "kolaysa yap" der gibi bana bakarken bir iki deneme fiyskoyla sonuçlansa da ortaya bişeyler çıktı tabi:)



Bunları ben yapmadım, ama bunları yapacağım günlerde gelecek:)

Herşey bir yana bu yılbaşında internette alışveriş sayfalarını gezip kime ne alacağım şimdi ben diye düşünürken, haftasonu sanki tur düzenlenmiş kadar kalabalık alışveriş merkezlerinde kaybolurken bir de herşey neden bu kadar pahalı diye isyan ederken dedim ki neden bu sefer bir değişiklik yapıp herkese olmasa da bazıları için kendim hediyeler hazırlamıyorum???

Sonuç; işte akşamları elimde makasım dilimde şarkım;
rastık çekerek MAHMURE
yastık dikerek MAHMURE
yaşar yuvada kuş gibi
sek sek sekerek MAHMURE...

Benim gibi bu el işi zımbırtılara kendinizi yeni verdiniz ve şişti, yündü, tığdı, danteldi pek anlamıyosanız buradan yardım alabilir hatta yarattığınız şeyleri paylaşabilirsiniz...
Kim bilir belki bir gün ben de buraya koyacak kadar güzel şeyler yapabilirim:)

2 Aralık 2010 Perşembe

iç anadolu turnesi 2...

Ankaraydı, Karabüktü Safranboluydu derken farkettim ki geçen yıl da çok benzer bir telefon konuşmasının hemen ardından çıkmışım İç Anadolu turnesine... Gece 12de yüzde anlam verilemeyen bir gülümsemeyle otobüse binilmiş ve yandakiyle henüz muhattap dahi olunmadan uykuya dalınmıştır. Ve molada bile uykuya ara verilmeden Karabük il sınırı sabahın ilk saatlerinde henüz hava aydınlanmamışken görülür...
Eve varıldığı anda bir uyku, öğlen anonsla uyanılır. Yazlıktan kulak alışkanlığı olsa gerek kaybolan saat anonsuna Karabük'te de şaşmıyorum :)
Bayramın 2. günü olması nedeni ile etrafta cicilerini giymiş ufaklıklar... Sitenin içinde biri giderken öbürü gelen avucunu açmış şekere somurtan paraya gülümseyip bayramınızı kutlayanlar:) Bir iki günü çok da koşturmaca olmadan sakin şekilde geçiriyoruz, bir de kardeşimin ödevine yardım etme hatasında bulunup İletişimsizlik Becerisi isimli korkunç ötesi kitabı okuyarak. Okunmuyor, okunsa da anlaşılmıyor anlaşılsa da akılda kalmıyor.


Sonra sıkıntılar geliyor, kitap bitiyor ve elimde fotoğraf makinem halamın arabasını kapıp çıkıyorum yola. İstikamet Eski Safranbolu... Öyle bir zamanda gidiyorum ki arabayı park edecek yer dahi yok. Bütün turlar Safranbolu'da sanki. Arasta'nın içinde gezip gözleme, közde kahvenin tadına bakıyorum. Ardından tarçınlı kükürtlü otlu böcekli sabunların miss gibi kokuları arasında buluyorum kendimi. Şifalı olanları dolduruyorum torbaya kaç kere kullanacağımı merak ederek:) SafranTa' a uğrayıp çifte kavrulmuş lokumların önce tadına bakıp sonra paket paket alıyorum. Dönüşte de Bolu'dan Bolçilerimizi topluyorum:) Gelmişken her sene mutlaka yemek yediğim ama henüz minicik kapılı odalarında kalamadığım Cinci Han'a uğrayıp en tepeye çıkıyorum. İşte handa çarşı manzarası...


Havanın erken kararmaya başlaması nedeni ile Bulak mağarasına gitme hayalim suya düşmüş vaziyette bahçedeki mangal partisine ışınlanıyorum. Mangalın başında benden önce sıraya girmiş kedileri aşıp çarlistonları sıralıyorum üzerine...

Ertesi gün yine yollardayım Kastamonu'ya 120 Km kala  Çevrikköprüye henüz varmadan outlet cennetine gidiyorum. Buraya gelmeden önce bir de Ramsey'in outleti var. Yeni yapılan meydana geliyoruz ve inanılmaz ama gerçek Massimo Dutti karşıma çıkıyor hem de İstanbuldaki fiyatların yarısına:)

Şimdi geçen yılda Sanfranbolu'dan tavsiyeler vermiştim Golf arabaları ile uzun kısa ve orta dedikleri şehir turlar yaptıklarını söylemiştim bu devam etmekle birlikte artık Yörük köyü ve Bulak mağarasına da giden geniş kapsamlı turlar gelmiş tavsiye ederim. Outletler mii? Mutlaka uğranmalı:)


Ama en keyiflisi en güzeli derseniz işte Arastanın tam girişinde gözlemesi mükemmel olan yerde yemek üstü közde kahve içmek derim, bir de güzel hediyelik eşyaları bulabileceğiniz bu çarşıyı gezmeden Safranbolu'nun tadına varılmaz heralde...
Nisan - Mayıs ayları bu kaçamak için en ideal aylar olacaktır...


Turun sonrası mı Ankaraydı Karabüktü Safranboluydu devam etti vee pazartesi sabaha karşı İstanbulda açılan gözlerle son buldu koskoca bir bayram tatili...


15 Kasım 2010 Pazartesi

coco chanel rengi ojemizi de aldık tatile hazırız...

Uzunca bir bayram tatiline girmeden hemen önce işlerimi toparlayıp bayramla birleştirilemeyen pazartesi gününü de izin alarak kendi çabalarımla tatilime eklemeye karar verdim. İstanbul engelli alımının Nur gittikten sonra bu yılki tek sorumlusu olarak yoluma devam ederken nasıl kapatabiliriz açığı diyordum ki Kariyernet ve GS Rotaract klubunun yapmış olduğu organizasyona katılmaya karar verdim. Kot giyebileceğim son free günümde üzerimde takım elimde logolu banka ürünleri mülakat formlarım döküldüm yola. Müge ve Gizemin de katkıları ile 20den fazla aday ile görüşüp evraklarımıza cv leri, aklımıza hüzünlü olayları ekleyip döndük.
Cuma günü ne yapsak ki derken sahilde miss gibi balıkların arasında, sonrasında da kopmuş parçalanmış etlerin arasında Testere'de bulduk kendimizi. Beğenenler ne kadar çoğunluktadır bilmiyorum ama 3D olmasından dolayı heyecanla beklediğim film tam bir hayal kırıklığıydı benim için.... Bir de yanımda Aslının gözü kulağı kapalı haliyle" yiterrr yaaa yiteeeer bitsin de gidelim" cümleleri olaya ayrı 4.boyutu kazandırmıştı =)
Cumartesi bütün haftanın yorgunluğuyla geç kalkılır ama erkenden yola koyulur, Bebek'te yürüyüş yapılıp yakılan kalorilerin 5 katı büyük seçim Big Mc le geri alınır. Sonrasında bir markete uğranır, Watermelon likör maça eşlik eder. Gece yine Arıköy'ün özlediği kahkahalar bu sefer Maslak'ı şenlendirir. Pazar günü ne yapcaz ki şimdi biz derken Geleneksel kahvaltı için Nar'ın yolu tutulur. İşşşşte şimdi garsonu bile şoka uğratan sipariş..

Pancake - Nutella
Sucuk - Sosis-Patates
İspanyol omlet (yıldızlı pekiyi)
Yiğitin tabağı (peynir, meyve ve reçelden oluşan mükümük bir tabak)

Ve garsondan gelen cevap bunlar size fazla gelmesin =) Neyseki Sinem ve Gizem yolda...
Saat 4te kahvaltı bitince ne yapsak ki denir, önce Kanyon ardından yenilenen Akmerkez, sonrasında alınan dergilerle Starbucks'ın yolu tutulur. Bir elde kahveler bir elde dergiler aynı anda gözgöze gelinir ve kahkahalar kopar... Desperate housewives sendromu mudur yoksa yaşanan =)

Ve günün kapanışı gece 3 e kadar evde içilen meyve şarapları ile yapılır...

Herkese harika bir bayram tatili dilerim... (Yolunuz hisara düşerse mutlaka Nar'da kahvaltı yapın)

22 Ekim 2010 Cuma

once upon a time...

Doğup, büyünülen yer; eski alışkanlıklar, unutulmayan anılar...

Çarşamba günü eğitim sonrası hava henüz aydınlıkken dışarıda olabilmiş olmanın verdiği mutlulukla düştüm yollara... Aslında çok da tanıdık olan bir manzaranın ortasında buluyorum kendimi. Saat 6 da köprü yolunda.

Parke taşlı yokuşu, balata kokuları ve korkunç trafiğiyle Yıldız yokuşu, çocukluğumdan itibaren 22 senenin dolu dolu yaşandığı yer...

Bir fenerbahçeli olarak çarşının tam da göbeğinde Abbasağada oturup her maç sonrası arabamızın sunroof unun kırılışına şahit olmak, hırsızlığın istisnasız her gece boy gösterdiği bir mahallede okul sonrası çantanın apartmanın içine atılarak kapı önünde muhabbete dalmak, saat 9 olup da içeriye diye seslenmek üzere cama çıkan annelerden 5 dk daha istemek... Doğru düzgün kız arkadaş olmadığı için 9 aylık oynamak kapalı dükkanların kepenklerini kale ilan etmek, gerekirse tanışmak istenen kızlarla tanışıp  erkeklere yardımcı olmak...

Tabi bir de unutulmaması gereken çocukluk aşkları, mahallenin kendinden yaşça büyük yakışıklılarına aşık olup ... abi diye muhabbete girmeye çalışıp seni fark etmesi için uğraşmak. Uzaktan izleyip bir kız arkadaşı olduğunda ilk günlüğünü yazıp gözyaşı dökmek. Bunalım şarkılarla tanışıp her şarkıya bir anlam yüklemek, saatlerce hayallere dalmak..
Aradan 10 sene de geçse kahkahalarla yaptıklarına gülsen de unutamayacağın ilk aşk...

Derken ortaokul biter, serseri mayın gibi ortalarda gezen ergenler karşı cinse farklı anlamlar yüklemeye başladığından sokak oyunları yerini kaçamak apartman köşesi buluşmalarına bırakır. Anne bir bakkala çıkıyorumla başlayan cümlenin sonu bellidir aslında yarım saat ortalarda yokum.
....
Trafikte henüz 10 mt ilerleyebilmişken sokaktakileri düşünüyorum. Manavcı Şükrü amca, bakkal Lütfü amca, rakip manav Müzeyyen teyze, bu kadın yemek yemiyor mu ya da uyumuyor mu dediğim cam kuşu Sabahat teyze. Böyle teyzeler her sokakta var sanırım, biri birşey sorduğunda camdan seslenip "az önce burdan geçti", ya da birinin kapısı çalınıpda açılmadığında "onlar bilmem nereye gitti" cümlelerini duyduğunuz mahallenin yardımsever teyzeleri...
Ve tabi pazar günlerinin unutulmazı üst kat komşumuz. 50 yaşından sonra pop müzikle tanışan, her sabah Kuşum Aydın izleyen, kocasını Noel baba sandığımız, GS maçlarında evi başımıza yıkan Gülden teyze ve Ahmet amca...
...
Sonunda 30mt ilerlemeyi başardım. Nereye mi gidiyorum bu zor ama sevimli mahalleden 3sene önce taşınıp ta yerleştiğimiz yeni evimize...Sokak dedikodularının, bakkalların manavların süpermarketin içine tıkıştırıldığı etrafı 4 duvarla çevrili blokların arasına...

16 Ekim 2010 Cumartesi

bu da nerden çıktı dedirten sorular:1

Yazılarımı yorumlarından mahrum bırakmayan sevgili Bluesilence:)
Uzun süre ara vermemek adına spontane gelişen bir soru üzerine yazmak istedim. (spontane kelimesi birilerinin kulaklarını çınlatır mı acaba:) )
Gelelim soruya, neden alkol sonrası insanın canı en çok burger istiyor? Alkollu geceleri takip eden günlerde sabahın köründe bile burger yememize neden olan bu dürtü neden kaynaklanıyor?
Oturdum başladım araştırmaya ama yaptığım araştırma sonrası kandaki alkol oranını dengelemesi, mide bulantısını yatıştırması ve vücudun sıvı ihtiyacını gidermesi için şekerli şeyler tavsiye ediliyor. Özellikle çevirme anlarının kurtarıcısı olarak vazgeçilmezimiz çikolata ilan edilmiş.

Tabi ben bu kadarla kalmadım, burger krizi geldiğinden beri herkese soruyorum ve aynı cevabı alıyorum. Hamburgeeeer:) Hem de en soğanlısından turşulusundan Whooper:) Yani açıklamalar tatlı yönünde olsa da ben yaptığım istatistiklerden sonra tuzlu şeylerin tatlıdan daha çok istendiğini ve tüketildiğini gördüm. Belkide tekila-tuz-limon un açıklaması da buradan geliyordur.
Aksi olsaydı limon ve tuzumuzun olmadığı domatesin tekilaya eşlik ettiği gün o talihsiz resimler çekilir miydi:)))



Bu arada kimsenin beğenmediği ve dırdırlarını dinlediğim o  akşamın sonunda yeni trendin tekila-domates suyu olduğunu öğrendik. Denemeye değer:)

Son olarak aşağıda mideniz ne kadar kaldırır bilemesem de tavsiyeleri paylaşıyorum...

11 Ekim 2010 Pazartesi

ayaklar ve spontane programlar...

Geçen haftayı yoğun ama kızlar gecesinin düzenlenmiş olması ile bir o kadar güzel geçirmiştik. Ohh koca hafta bitti önümüzdeki haftasonu sakince evde dinlencem derken çalan telefonda Aslının sesi;
 "Şeboooo haftasonu Antalya'ya gitmeye ne dersin"
"Delirdin mi,  nerden çıktı Antalya"
 "Ya değişiklik olur hadi al bileti gidiyoruz"
"Sen manyaksın beni de manyak ettin" ile devam eden cümleler ve salı günü alınan Antalya bileti :))) Facebooktan sesimizi duyan Duygu'nun katılımı ile renklenen ama muhteşem beşlinin ikisinin katılamaması ile biraz hüzünlenen haftasonu kaçamağı...

Cuma günü işten 3te paydos edip 2 haftadır ayrı kaldığım arabama sonunda kavuşmuş vaziyette İstanbul'daki tüm Jeeplere inat çıktım trafiğe:) Muhteşem yağmur ve cuma trafiğine rağmen uçağa yarım saat kala yetiştim hava alanına. Üstelik taksici amcanın sol şeritte 30km hızla gittiğini de düşünürsek :)

Veeee 35 dk rötar sonrası yağmurlu bir İstanbul'dan güneşin henüz battığı Antalya'ya varış. Havaalanında Aslı gibi karşılanmamış olsam da (buradaki taşım sana Aslı!!!) saolsun Volkan aldı eşyalarımızı ve evine yerleştik:) Buradaki yerleştik kelimesi mecazi bir anlamda değil, gerçekten Volkanın evine 3 günlüğüne de olsa yerleştik:)
Saat 9 gibi Duygu'yu da aldıktan sonra bu gerçekten son Aslı diyip tabi kii BurgerKing'e uğradık. Eve dönüp maçı izledikten sonra attık kendimizi dışarı ve Jolly joker'in ardından bizi bekleyen gecenin eğlencesi... Boleyn'de Alex:)) Detaylara girmek istemesem de sigara dumanı rahatsız ediyorsa ki sonraki 3 gün boyunca kıyafetlerimizin valizimizdeki herşeyi sigara dumanına boğmuş olduğunu söylemek istiyorum yoğunluğu anlaşılsın; pek tavsiye edebileceğim bir yer değil. En azından duman problemine bir çözüm bulunana kadar, bir de Alex şarkıların sözlerini öğrenene kadar:)

Cumartesi sabahı hazırlanan muhteşem kahvaltı sonrası (muhteşem demek zorundayım Muge ve Aslı henüz siz de onu görmedim:) ) Olimpos'a doğru yolculuk başladı.
1 saat sonra sherif pansiyondayız... Eşyaları yerleştikten sonra akşamın son güneşini kaçırmamak için yürüdük sahile ve ayaklar olimposun muhteşem suyunun içinde... (bkz facebook)

Günün son güzel saatlerinden sonra akşam için odaya gidilir veeee muhabbet arasında uykuya dalınır. Soğuktan klimayı 30 dereceye ayarlayan ayaklar üşüyerek uyandıklarında fark ederler ki odadaki iki cam da açıktır:)

Biraz acıktık mı ne derken balıklarımızı yerken bulduk kendimizi harika salatamız eşliğinde... Ardından ateşin başında elimizde çekirdeklerimiz, tatlı bir muhabbet ve kahkalar... Kalbimiz Ege de değilde Olimposta mı kaldı acaba?!
Saat 1 de acıkan ayaklar gitar sesi eşliğinde ateşin başında sucuklarını yerler, yarım saat önce avukatlarla takılan ayaklar şimdi bohemlerle birliktedir...
Ama ne olursa olsun yıldızların bu kadar güzel göründüğü, ateşin bu kadar keyifli bir sohbete eşlik ettiği, sessizliğin bu kadar huzur verdiği bir geceyi bir arada geçirmenin değeri : paha biçilemez...

Olimposa gittiniz mi eğer tarih meraklısıysanız antik kenti gezmeden sakın ola ki dönmeyin diyorum ve birde fotoğraf makinanız olmadan asla gitmeyin. Eğer varsa uyku tulumunuz ve içeceklerinizle güneşin batışından sonra sahilde ateş yakmak ta harika olabilir diyerek geçiyorum ertesi güne...
Sabah 9da tekne turu için buluşalım diye anlaşan ayaklar 10da "aaaa alarmı duymamışız" diyerek uyanır. Horozlar köpekler ve kediler eşliğinde kahvaltı sonrası bu sefer Adrasan yolu tutulur. Sıcacık suya teslim ayaklar çıktıklarında biraz üşüdüklerini fark etseler de yılın son deniz sefası diyerek bir sonraki tatilin planını yapmaya başlarlar.


Adrasan oldukça keyifli Olimpos kadar farklı bir atmosferi olmasa da denize sıfır diyebileceğimiz pansiyonların olduğu küçük bir sahil... İncik boncuklar alıp misss gibi ev mantısını bir de patatesli gözlemenizi afiyetle yiyebileceğiniz bir yer...

Sonrasında mı, sonrasında;
Her güzel şeyin bir sonu var diyerek dönüyoruz Antalya'ya. Altın portakal nedeni ile yollar biraz kalabalık ama olsun dalıyoruz şehrin içine. Keyifli akşamın son saati DVD alıyoruz. Bu hafta tavsiye edebileceğim film "The Blind Side" bir de "Knowing" var her ne kadar sonunun daha iyi olabileceğini düşünsem de...



Pazar akşamı da filmlerimizi izledikten sonra pazartesi sendromuna evde ayaklarımızı sehpaya uzatmış tv mizi izleyerek başlıyoruz.
Duygu'yu şube açılışı için Demre'ye yolcu edip Volkan'ı da işi ile başbaşa bıraktıktan sonra Aslı'nın Volkan'ınkinin yanında idare eder dediğimiz omletini yiyorum:) Sonrasında hazırlanma vakti. Yaaa yarın da iş mi var diyen ayaklar tutuyor havaalanının yolunu... Aşk bilekliğinin gücünü bir kez daha kanıtlayan Duygu ile buluşuyoruz ve güneşli Antalya'dan sonra parçalı bulutlu İstanbul...

Not: yazının başında fark edenler olduysa Antalya'ya geldiğimiz ilk gece Burger King'e son kez giriyoruz demiştik. İstanbul'a dönerken havaalanından ne yedik tahmin edin bakalım:)))








2 Ekim 2010 Cumartesi

sakin bir haftasonu üst üste izlenen filmlerle...

başlamışsa geçirilen 2 haftanın ne kadar yorucu olduğu daha iyi anlaşılabilir sanırım...
ekipten iki kişinin olmayışı GM de bitmek bilmeyen personel talebi, akşam 8 de Gebzeden kalan adaylarla mülakat yapmak, tüm bunlar olurken eve döndüğünde evde kimsenin olmayışı ve çamaşır makinesini çalıştırmak bilinmediği için giyecek gömleğinin dahi olmaması...

bu iki haftanın saat kaç olursa olsun yapılan şarap geceleri, Mugenin bigudileriyle, Buşranın zaten sarhoş olarak, Aslıyla benimse pijamalarımızla katıldığımız pizza&şarap&parmak dondurma gecemiz...

neyseki beklenen cuma günü geldi, Sedene yapılan veda sonrası bir sonraki kişiyi merakla bekleyen gözler kimde duracaktı acabaaaa??

ve işte beklenen cumartesi sabahı çalan telefonda uzaklardan çok özlenmiş bir ses...

bütün hafta fırsat bulundukça izlenen kimi tavsiye edilebilcek kimi de sadece zaman geçirmek için izlenebilecek bir kaç film... hepside romantik komedi nedense trajikomik bi şekilde:)))





bu arada unutulmaması gereken Ortaköy sefası... saat 18:20 yi gösterirken işten çıkabilmiş olmak ve İstanbul trafiğine rağmen Ortaköye ulaşıp hala hava kararmamışken kumpir yiyebilmek, takıları, tokaları, şalları takıp takıştırabilmek. Sonrasında krispy de soluğu almak birer donut söyleyip birer düzineyi paketletirken ikram edilen ikinci donutları bu sefer son dimi Aslı diyip yiyebilmek:)))

ps: iki haftayı birde sanki başka araba kalmamış gibi jeepe çarpmayı başararak arabasız geçirmek var tabi bunların yanında:))

kıssadan hisse araba kullanırken internette işin ne diye sormak istiyorum kendime sabahın 9unda yollarda olan digitürk çalışanlarını işinden ederken ;)

3 Eylül 2010 Cuma

iyi ki doğduuun lalalalala ama sen 29 oldun nananana ...

bu yazıya iyi ki doğdun lalalalala gördün mü 25 oldun diye başlamak isterdim ama artık onu da seneye sen bana yaparsın =))) (kıhkıhkıh yine attım lafımı sana)

İlham perim bu ara hep yanımda blogumu başı boş bırakmayayım diye... Ama bu sefer amaç ne gittiğim, ne yediğim, ne okuduğum kitaplardan bahsetmek değil. Hayatta yemek, içmek, yazmak, okumak dışındaki hayati gereksinimlerden belki de daha önemli olan birşeyden bahsetmek bugün amaç. Aslında 1 Eylülde yazmayı düşünüyordum ama bitmeyen kutlamaların biteceğini düşündüğümüz 3 Eylülünde bir süprizi olsun dedim. (akşamki tekne partisi öncesinde)

Son 1 seneyi sanki 10 yıldır birlikteymişiz gibi yaşadığımız, içmeden bile 4,5 saat aralıksız gülerek geçirdiğimiz, hıçkırıklarla ağladığımız, filmlerdeki karakterlerle özleştiğimiz, fener maçları öncesi kırmızı ojeleri sürüp totem yaptığımız, gecenin bir yarısı denize girmeyen cimbomlu olsun diyip denize atlayıp durduğumuz, bundan sonra dikkat ederiz bu son olsun diyip hamburgerlerin içinden geçtiğimiz, "şebo hadi kalk gel süper şarap var kadehini de getir" dediğimiz şarap gecelerimiz, "aslı yaaa uyanasım yok istifa edelim işe gitmeyelim" diye mesajlaştığımız, Bodrum'a da gittiğimiz İstanbul'da da yaşadığımız, Kuşum aydınla coşup, Cumhurla dağıldığımız ama hep mutlu hep en eğlenceli hep en bitmesin dediğimiz zamanların insanı sen...

İyi ki doğdun Aslı, iyi ki doğdun ve iyi ki 29 oldun...

Geçen bir senenin bana kazandırdığı en güzel şey =)))

31 Ağustos 2010 Salı

Öyle anlar var ki...

Öyle anlar var ki, sevincinizden yerinizde duramasanızda bazen o sevinci içinizde yaşamanız gereken... Siz beklediğiniz terfiye kavuşurken yanınızdaki kavuşamadığı ya da siz çok istediğiniz o küpeleri sonunda almış dükkandan çıkarken bazıları sadece vitrine bakmak zorunda kaldığı için takamadığınız...

Öyle anlar var ki, kahkalarla gülmek gelirken içinizden sırf otobüste kendi kendinize gülerken Yakalanıp deli damgası yememek için susmanız gereken...

Öyle anlar var ki, saatlerce ağlamak, içinizdeki herşeyi hıçkırı hıçkıra haykıra haykıra atmak gelir bazen... Sırf insanlar sağlıklarını kaybedip, parasızlıktan ağlıyorken benim aşk için ağlama lüksüm yok dedirten...

Öyle anlar var ki, bazen nefretinizi, bazen sevginizi, bazen özleminizi, karşınızdakine haykırmanız gerekirken  buna engel olan gururunuza yenik düştüğünüz...

Öyle anlar var evet ama bazen öyle anlar var ki, keşkelerle başlayan cümlelerle "yapsaydım acaba ne olurdu" diye ard arda kendinize sorduğunuz... Bazen başkalarını kırmayı göze alarak onları da sevincinize ortak etmeyi, deli sıfatına çarptırılacak da olsanız kahkalarla gülmeyi, gerekiyorsa aşk için ağlamayı gerektiren...

Bu da öyle bir anki salı günü mesai henüz başlamışken içimden geldiği için oturup da yazmaya başladığım bir yazı işte...

27 Ağustos 2010 Cuma

find people you love...

…bazende herşeyi bir kenara bırakıp kalbinin sesini dinlemen gerekir, ama zamanın geçmesine izin vermeden...




Yemek de boş içmek de,

Hatta yeri gelmeden sevişmek de.
Tam zamanında öpmelisin mesela güzel gözlünü,

Tam zamanında söylemelisin sevdiğini

Gözlerinin içine baka baka.


Bisikletinin gidonunu

Tam zamanında çevirmelisin

Düşmemek için;

Tam zamanında frene basmalı,

Tam zamanında yola koyulmalısın.


Tam zamanında okşamalısın basını

O üzüm gözlü çocuğun

Hıçkırıklar tam dizilmişken boğazına,

Tam ağlamak üzereyken.


Tam zamanında koymalısın elini omzuna

En sevdiğin dostunun babası öldüğünde.


Tam zamanında tutmalısın düşerken

Üç yaşındaki sehpaya tutunan çocuğu.


Tam zamanında acımalı yüreğin

Afyon'da Hasan Ağabey' in evi yıkılınca başına

Evsiz kalınca çoluk çocuk

Ki uzatasın elini bir parça.


Tam zamanında açmalısın kapını

Hayatına girmek isteyenlere.

Tam zamanında çıkarmalısın

Sevginden şımarmaya başlayanları.


Tam zamanında affetmelisin kardeşini

Biliyorsan yüreğinde kötülük olmadığını

Seni gecenin üçünde arayıp da

Kafasının iyi olduğunu söylediğinde.



Tam zamanında öğretmelisin oğluna

Gerekiyorsa yumruk atmayı

Tam burnunun üstüne

Tiksinmeden pisliğinden,

Yukarı mahallenin sümüklü bebesi

Misketlerini zorla almaya çalışırsa.



Tam zamanında bağırmalısın

Acıyınca bir yerin.

Tam zamanında gülmelisin

Kemal Sunal küfür edince filmin bir yerinde.


Tam zamanında yatmalısın


Yola çıkacaksan ertesi gün

Ve arabayı kullanan sensen

Sana emanetse çoluk çocuk

Ve kendin.


Tam zamanında bırakmalısın içmeyi

Son kadeh bozacaksa seni


Ve üzeceksen birilerini

Ertesi gün hatırlamayacaksan.



Tam zamanında ayrılmalısın misafirliklerden.

Tam zamanında konuşmalı


Tam zamanında şarkı söylemeli

Tam zamanında susmalısın.



Tam zamanında terk etmelisin gerekiyorsa

Annenin babanın evini,

Tam zamanında başka bir şehre gidip

Ayaklarının üzerinde durmaya çalışmalısın.

Tam zamanında dönmelisin memleketine.


Tam zamanında için titremeli,

Tam zamanında âşık olmalı

Deli gibi sevmelisin güzel gözlünü.


Tam zamanında toplamalısın oltanı

Belki de seni şampiyon yapacak

En büyük balığı kaçırmadan.

Tam zamanında yaşlandığını hissetmeli

Tam zamanında ölmelisin

Iskalamak istemiyorsan hayatı.


Haydi, şimdi kalk bakalım

Silkin şöyle bir


At üzerinden hayatın yorgunluğunu,

Vakit zannettiğinden daha az

Haydi, kalk bakalım,

Şimdi YAŞAMAK ZAMANI.




[ Can Yücel ]

25 Ağustos 2010 Çarşamba

haftaiçinde kısmen haftasonunu yaşamak...

Yine baktımda uzunca bir aradan sonra geçmişim blogumun karşısına. Perşembe günü saat sabahın 8'i:) Bu saatte ne işim var blogla?
Değişen iş ortamının neler yaptıracağı belli olmuyor tabi, bu sabahta gözümü eğitim merkezinde açtım. Kapımızı açtıktan sonra vik vik öter diye korktuğum alarmı kapadım hemen. Yavv buranın ışığı nerden, havalandırma yok mu derken hoooop hemen teknolojiye adapte olup başladım blog yazmaya...

Yazın bitmesine sayılı günler kala belki de son tatil gibi görünen bayrama az kaldı... Bodrum tatili boyunca Büşra'nın elinden düşürmediği kitabını tatilcilere kesinlikle öneriyorum. İskelede elinizde alkollü veya değil içkiniz (bizim gibi bir tatil geçirdiyseniz hangi saatte elinizde ne içki olacağını kestirmek zor =) ) , gözünüzde gözlüğünüz, ohhhh kakao/havuç yağı sürülmüş parlayan vucudunuzla uzanmışınız sereserpe...Eeee eksik bişey var bu konsepti tamamlaması gereken...
Marjinal kız olmalısınız sanki müzik dinliyormuş gibi yaptığınız  aslında facebook için kullandığınız cep telefonunuz...
Amaaa bu yazın en büyük eksiği bayanlar için söylüyorum son zamanlarda okuduğum en eğlenceli kitabı "Pucca"...

Aslında bende Pucca gibi bir kod isimle kitap mı yazsam:) Hayatımda sinirlenip yüzüne söyleyemediğim, küfredemediğim, yaptığım ama saçmalığını kabul edemediğim şeyleri buraya yazarım...
Meselaaa kaç kişi sevgilisinin ya da kendisinin öldüğü hayalini kurduğunu ve sonra da hüngür şakır ağladığını itiraf edebilir. Şuan herkes "aaaa evet bende yapıyorum kıh kıh kıh" derken eminim ki etrafına acaba buna gülümsediğini fark eden var mı diye bakıyor...Biri sorsa "bu ne yaaa boyle saçmalık mı olur" diyor. Ya da kaç kişi aşık olduğu kişiden beklemek yerine ilk adımı kendi atıyor hemde saçma sapan yöntemlerle? Sonrasında bunu kaç kişi sevdiğine itiraf edebiliyor. İtiraf ediyorum ölüm hayali falan kurmamış da olsam saçma sapan tanışma yöntemleri buldum:) Tarifini Pucca'yı okuduktan sonra herkes öğreniyor; 100 gr cesaret, 150 gr özgüven, tabi 3 su bardağı salaklık (çok akıllı olursanız gurur devreye girer), üzerine de tuz biber olması için güzellik:) Abartmaaa diyenler varsa abartmıyorum tarif aynen böyle=)
Bu arada kızların ortak dili bimbambommuş bunu da Pucca uzun bir aradan sonra sevgili bulunca öğrendik. Bu kelimenin tehlikeli 5'li için özel bi anlamı da var. Çin çan çon'dan bimbambom olunduysa iyiye alamet, ama faşfuşfoşluyosak işte tehlike çanları çalıyor demektir...


Herşey bir yana da gerçekten kafanızı dağıtmak, biraz olsun gülmek, kendi yaptıklarınızdan/yaşadıklarınızdan kesitler bulmak ve başkaları ne yapmış ki acaba sorusunun cevabını öğrenmek ve son olarak da Pucca'dan cesareti alıp gaza gelmek için bu kitabı okumalısınız...

Devamını merak ederseniz Pucca'nın Blogunu da ziyaret edebilirsiniz, hatta belki o kadar etkilenirsiniz ki, sizin hayatınızdaki Pekmez ve Erikle de tanışırız...

Not: Kitabın son bölümünü yazıp ve ona kendi yorumlarımı eklemeyi o kadar çok istiyorum ki, ama şuan kitabı okumakta olan Duygu beni yiyip bitirebilir. Ona ve aşka olan saygımdan (:P) bir süre daha bekliyorum =)))




11 Ağustos 2010 Çarşamba

ambulaaaaaannnnsss

İğrenç bir yaz günü bankadan çıktım, ismini vermek istemediğim bir devlet hastanesindeyim...Serum taktırcaz nöbetçi doktor arıyoruz. Berbat haldeki koridorlarda, yarısı kopmuş pislikten geçilmeyen banklar. Üzerinde sıcaktan bunalmış, saatlerdir gelecek diye doktor bekleyen insanlar. İşten çıkmış halde gittiğim için herkesin dikkati benim üzerimde.  Küçük bir kızın gözü saatime takılıyor. Lüle lüle saçları terden yüzüne yapışmış. Yüksek ateşten dolayı gelenlerden aynı etrafındaki diğer çocuklar gibi.
"Koridorun sonundaki oda, üst kata çıkın, nöbetçi doktorlarımız alt katta" vs gibi cümleleri farklı farklı bin tane kişiden dinledikten sonra biraz daha sesimizi yükselterek nöbetçi doktor nerede bulabiliriz diyoruz.
Sonunda biri ilgileniyor ve bize beklememiz gereken odayı gösteriyor. İçeride 3 yatak var, çingene pembesi perdelerle ayrılmış. Vantilatör odayı havalandırmaya yetmese de dışardaki havasızlıkla birleşmiş ter kokusunu alıyor burnumuzdan. Odanın dibindeki yatağa geçiyoruz. Elimde kitabım (!) hemşireyi beklerken sedyenin üzerinde uzanmış masum gözlerle bize bakan çocuğu görüyorum. bir süre sonra hemşire geliyor serumu takmaya, böyle şeyleri görmeye dayanamadığımdan annemi bırakıp çıkıyorum dışarı. Hemşireyi kolluyorum o çıkınca ben dalıyorum odaya. Sonra annemle anlıyoruz ki çocuk bize masum gözlerle değil boş gözlerle bakıyormuş. Balkondan düşmüş, yarası beresi yok ama travma, iç kanama geçirmiş olabilir diye yatırıyorlar orada. Annesi arada bir gelip ""Serhaaaat uyuma oğlum diyor, eline soğuk su alıp yüzünü yıkıyor Serhat'ın. O kadar küçük ki, Serhat elini kanatarak taktıkları seruma, bizde Serhatın yüzüne baktıkça tutamıyoruz kendimizi annemle. Saatlerdir ambulans bekliyorlarmış meğer başka bir hastaneye sevk edilmek için. Ama bu hastanede ilgi alaka o kadar fazla ki orada olduğumuz bir saat boyunca Serhat'a bakmak için kimse uğramıyor odaya.
O sırada başka bir ufaklık geliyor odaya. Saçları henüz boya görmemiş çocukluk saçlarım gibi. Lüle lüle...
Soymuşlar onuda 40 derece ateşle gelmiş, anne iğne yapmasınlar diye ağlıyor. Ama buz torbası bile bulunmayan hastanede çocuğu çırılçıplak soyup etrafını pamukla sarıyorlar mumya gibi. Kapının önünden her doktor ya da hemşire geçtiğinde ağlıyor iyileşicem ben iğne yapmasınlar diye...
Bu sırada etrafla bile ilgilenemeyecek kadar yorgun düşmüş Serhat'ın gözleri iyice kapanıyor. Dayanamayıp "bende araba var beklemeyelim ambulans falan" diyorum. İçimden lanetler ediyorum devlet hastanelerine...
Annemin şıp şıp damlayan serumuna takılıyorum oyalamaya çalışıyorum kendimi yoksa Serhat'ı kapıp götürcem. Derken beklenen adamlar geliyor. Kolunda çatlaklar olan Serhat'ı kucaklarına alıyorlar!!! Karga tulumba çocuğu götürüyorlar. Bunca saat bu berbat hastanede ambulans beklediklerine mi yoksa bekledikleri adamlarında çocuklarını kucaklarında paldır küldür taşıdıklarına mı yansınlar???
Birkez daha anlayarak annemle ne kadar pahalı olursa olsun özel hastaneden vazgeçmemek lazım diyoruz. En azından insan muamelesi görüyoruz...

Umarım iyileşirsin Serhat...

2 Ağustos 2010 Pazartesi

5K1E Bodrumda

Sevgili gonul dostlari,tatile gitmek isteyip gidemeyenler,gidipte geri donmek istemeyenler:)) iste sonunda geri sayim bitti bodrumdayiz.cumartesi gece 1,5ta yastiga bas koyup 2,5 saat sonra ucaga yetismek uzere uyandiktan ve yarim saat rotarli bi yolculuk yaptiktan sonra kahvaltimizi asli ve duyguyla yapabildik. Kahvalti sonrasi mi?! Sabah kahvesi, tuzlu limonlu sodamiz,tavlamiz mukemmel manzaramiz ve dedikodu esliginde geciyor. İlk gun o yorgunluga ragmen cumartesi gecesini degerlendirmek uzere turkbuku yolunu tuttuk. Jandarma bolgesi olan mekanda mugenin sansina cazz caliyodu. Ama uyumak isteyen kim? Aradik Orhani merkezde bulusalim diye. Sekerimin de katilimi ile supper bi gece gecirdik. ciplak ayaklari ile Civcivim icinde corbaciya gittik. Heyecanini saklayamayan aslinim kelle pacaaa sesleri arasinda sabah 5 te corbamizi da ictik.

Veee iste bu genclik nereye gidiyor dedigimiz an... En kopuk oldugumuz zaman bile sokaklarda tezahurat yapmaktan oteye gecemeyen biz 90 kusaginin sex on the beach party leri ile yakindan tanistik. Havana da beach party!!! Iceri adim attigimiz anda yas ortalamasini yukselttigimiz ekibimizle 2-3-5film birden tadinda biseycikler izledik:))) 15-20 yas arasi ufak mankenlerimiz ve ellerinde purolariyla yagiz delikanlilarimiz... Ayaklari buzun icinde dans eden kizimiza yan masadan saglam bir bakis sonrasi sampanya geliyor. Karsi taraf bunun altinda kalir mi, viskiler aciliyor garsonlar kizlarin agizlarina dokuyor... Bu arada yasanan sahneler ekibimiz ve bana cesitli sorular sorduruyor. Bunlar 2sene sonra nasil tatmin
olcaklar, acaba bi haftada kac para harciyolar, hangi okulda okuyolar diye...

Arkami donuyorum son derece yakisikli kumral elinde ickisi ve purosuyla bana goz kirpan bacaksiz:)) Kucukten alip sekillendirebilir miyiz acaba diye soruyoruz bu sefer. Daha fazla bu genclikle takilamayiz 100 tane midyemiz ve biralarimizi alip sahile gidiyoruz. Havananin bom bos beach i...Iste eglence burda, sarki soyluyoruz. Hava kararirken denize giriyoruz ve tezahurat yapiyoruz. Bi sure sonra sesimizi duyan genclikten sariiii diye bi ses geliyor, laciverrrt diyoruz ve yine bir tribun:)) daha fazla dayanamayan busra kaciyor... Sonunda karar veriyoruz hadi baliga.12 saattir uzerimizde duran bikinilerimizle gidiyoruz balikcimiza, bir gece once istettigimiz kara efeyle geceye devam. Muge soyledigi sarkilar sonrasinda tebrikleri kabul ediyor ve baslarim boyle ise bodrumda gece hayatinizi ucuza getirmek kendimi de kurtarmak uzere sarkici oluyorum diyor.
Manzara guzel sesimiz guzel kafamiz guzel sabah deniz de guzel olacak hadi gidip yatalim diyoruz. Geceyi erken sonlandirmis olmanin baska nedenleri de olsa kismet yarin aksama diyoruz:))
Odada son dedikodular ve son kahkahalar sonrasi klimadan mumya gibi sarinmis mugenin sessizligi ile uyuyoruz...

25 Temmuz 2010 Pazar

istanbulda yaz...

Bu blogun başlığını koyarken aklıma Burak geldi, bu yazı da onun için olsun o zaman...

Biz hala geri sayım yapaduralım İstanbullu yazın tadını çıkarmaya başlamış bile. Bir pazar gününü 4e kadar bankada geçirdikten sonra eve gelmiş puzzle ım la sabrımı ölçmeye başlamıştım ki telefon çaldı. HR in action @Don Jon haberi geldi... hadi bakalım puzzle a sıcak yapış yapış İstanbulun akşamında da devam edilir diyip yola çıktım. Her zaman ki gibi sahilde anlamsız bir trafikte giderken gördüm ki mangallar yakılmış, havlular betona serilmiş, abartanlar akşam güneşi için yağlarını sürünürken, ufukta kendini Bodrumda sanan yakışıklı karnını içeri çekip şişirdiği göğsüyle kasıla kasıla geliyo... Ama farkında değil ki kimse göğsüne değil içim dışım bir diyerek giydiği beyaz donuna bakıyor:) Evet don çetesi, pardon beyaz don çetesi bu yaz da sahilde boy göstermeye başlamış. Pazarda bihterin kilodu diye 20 tl ye satış yapanlar ne olurdu behlülün mayosu diye de birşey çıkarsanız da kendini fashion tv de boy gösteriyor sanmasa beyaz don çetesi??? bu arada araştırdım bunun için facebookta grup  bile kurmuşlar:)

Dalga geçtiğimiz, beğenmediğimiz şeyler ne kadar inkar etsek de ülkemizin gerçeği olmaya devam ediyor... ve sahte göz yaşları bunları bile değiştirmeye yetemiyorken hala orada barınabiliyor...

Herşey bir yana istanbulda yaz böyle geçmeye devam ederken biz geri sayımda son 6 ya geldik.... dönüşte tatil notları, son havadisler ile yazıyor olacağım...

Herkesin denizi kumu güneşi mojito bol olsuuuuun:)

7 Temmuz 2010 Çarşamba

bodruma da gittik beraber...

...diyip duruyoruz da henüz bi icraat yok, izinler alındı yola çıkış tarihi belli ama ortada ne uçak var ne kalınacak yer belli... ama ne olursa olsun şarkımız belli "bodruma da gittik beraber"...
bi yola çıktık da dönüşünde bakalım size neler yazcam, ama dönüşümden önce şimdi neler yazcam onu biliyorum. öncelikle rotanız bodrumsa hele birde tam ramazan oncesi gidiyosanız bilinki uçak biletleri ya tükenmiştir ya da tek yön uçuşlar 200 den başlıyordur:) gerçi bunu herkes biliyor da biz sandık ki hava yolları bizi bekliyor, indirimli olcak biletler:)
ikincisi hala daha ay orda mı kalsak burda mı kalsak diye düşünürseniz son 23 gün kala gecesi 100 tl ye wc sinden şıp şıp ses çıkan bi otele bile "işte buuuu" diyebilirsiniz... Şaka şaka wc sinde orkestra olan bi otelde kalmıyoruz en azından resimlerden şıp şıp kısmını anlamıyoruz. OC her türlü organizasyonu yaptı bi kendi söküğünü dikip tatili organize edemedi dedirtmeyiz :)

Bizde ne yaptık madem bu zaman oldu hala İstanbuldayız ne kadar action varsa katılalım. Yarın akşam hem yoğun geçen son birkaç ayın stresini atmak hem de uzun süredir ertelediğimiz şeyleri kutlamak üzere after work party @ frame maçkadayız...

hani hala tatile gidememiş, İstanbulda sıkıntıdan patlamış, offf yeter bugün de iş baydı diyenler varsa bizim gibi,
1)afterworkparty leri kaçırmasın, (ben beyoğlunda yapılanlara gittim superdi)
2)boyle organizasyonlardan bizi de haberdar etsin:)
3)bu şarkı da benden size  hediye olsun


20 Haziran 2010 Pazar

Sumukten zarar gelmez...

Okuldu sinavdi odevdi tezdi derken bitti gitti okul.sarap geceleri birbiri ardina duzenlenmeye basladi.iste dun gecede onlardan biri yapildiktan sonra bugun ogleden sonra 4te zar zor uyandigim ve su saatte (saat gece 2) hala uyuyamamis oldugum bi de hapsurup durdugum icin bu yaziyi yaziyorum simdi...ne alaka gece gece hapsururken blog yazmak diyenlere; hepinizin sumuklu bi arkadasi olmustur heralde.bende bu gece onu andim... Cook sevdigim sumuklerine ragmen her sene birlikte oturdugum sevgili BY sen iyiki varsin...sen oldugun icin simdi esas zarar veren seyin sumuklu insanlar degil bencil,kiskanc vs vs insanlar oldugunu anliyorum.siranin cesitli yerlerine surdugun icin ustume bulasan sumuklerin en azindan tum soylenmelerime ragmen suyla cikiyodu.tabi verdigin maddi zarar bunla kalmiyodu.vucudundaki eksikleri gidermek icin yedigin 0.5 uclarimi bitirdiginden kantinden biseyler almam icin verilen harcligim uc almak icin kullaniliyodu hep.ama biliyorum ki ne sumuklerin nede katur kutur yedigin uclarla bana zarar veremezsin... İste bu yuzden iyi ki varsin sen...korkma adin bende sakli bu kadar rezillikten sonra kiyamam adini aciklamaya:)

13 Haziran 2010 Pazar

yaz mı geldi neeeee?

bekle bekle bekleee... İzmir'e gittik yağmurla İstanbul'a döndük sağnakla...
Ama sonunda beklenen yaz boğucu sıcaklarıyla geldi. İsyanlarda değilim aman yanlış anlaşılmasın özledim yazı, yazın meyvelerini, denizi, kumu, sıcak güneşi... Bunun yanına bide Mojito yakışır tabi.
Tatil planları yapılmaya başladı ama biyerlere gitmesek de İstanbul'da da yaz güzel geçebiliyo. 11 Haziranda başlayıp bu akşam son bulacak Bebek şenliklerindeydik dün gece. Öncesinde kokoşluk günü ilan ettiğimiz için anca saat 10da yiyebildiğimiz akşam yemeği sonrası 11 buçuk gibi Bebek'te olmayı başarabildik. Hala daha açık olan standlarda kıyafet, incik boncuk hatta organik iç çamaşırı bile bulabilirsiniz:) Müzik eşliğinde oluşturulan standlarda içkinizi de afiyetle yudumlayabilirsiniz çimenlerin üzerinde.
Feshane şenlikleri, Ahırkapı Hıdırellez ve Bebek şenlikleri derken umarım bu tarz organizasyonlar farklı farklı bi çok yerde daha sık yapılmaya başlar... Merak eden, aklı kalan herkesin hala daha şansı var. Tek bir tavsiyem olacak; trafiği daha da sıkıştırmamak, masum şekilde evine ulaşmak isteyenleri saatlerce yollarda bırakmamak ve sizin de vaktinizden çalınmasına izin vermemek için ya toplu taşıma araçlarını kullanın ya da arabanızı Etilere park edip taksiyle ters yönden Küçük Bebek'e inin:) Dün akşam biz denedik bişey olmuyo...

İyi eğlenceler...

8 Haziran 2010 Salı

izmir bilir ya, fallar çıkmaz ya

Veee tatil öncesi çıtır çerez bir gezi daha başladı ve bittiiiii...
Çarşamba akşamından başlayan aksiliklere (uçak saatini kafalarına göre değiştirdileeer) ve cuma günü bitmek bilmeyen işlere rağmen 3 olarak belirlemiş de olsa 4 te çıkabildik bankadan. Beni çok özlemiş olan Can'la İzmir öncesi hasret giderdikten sonra Sabiha Gökçene ulaştık. Elimde tez için okumaya çalıştığım facebook kitabımla yeterince garip göründüğümü düşünürken arkadan "Serhat ben Çeşme'ye gidiyorum, çeyizi mi almaya" diye başlayan feryat tek garibin ben olmadığını gösterdi. Uçak saatine kadar Serhat'a Allah sabır versin dedik cümbür cemaat. Neyseki Serhat o kızla evlenmemesi gerektiğini anladı ve telefonu kapamayı becerebildi... Geçmiş olsun Serhat:)
...Selda'larda geldi hatta Rahmi bey bile geldi ve uçağa binebildik sonunda. Söz konusu Müge ve ben olunca uçaktan indiğimiz gibi Kordon'a Aslıların yanına gittik ve ne yedik dersiniz, tabiki midye dolma...

Cumartesiye enerjimizi toplayalım diyip erkenden tuttuk Göztepenin yolunu. Veee malesef yağmurlu bir cumartesi gününe uyandık. Ama yağmur durduramadı bizi. Önce Müge ve halayla yapılan kahve keyfi sonra Mügüşle Bostanlıda midye dolma:) Bu arada kahvenin bu kadar güzel sunulduğunu görmemiştim, çikolata hastasıyım diye midir bilmem ama Kahve Diyarında bi kahve içmelisiniz.
Seldoş ve Mügüşün düğün hazırlıklarını yaptıktan sonra onlar düğüne ben de ne zamandır görmediğim Atillanın yanına fırladık açlıktan ölmek üzereyken. Midpoint halt etmiş Lavie nin yanında. Cajun basket diyince bundan sonra aklıma Lavie gelecek kesinlikle...  Yemek sonrası davul zurna eşliğinde terasa kaçmış bulduğumuz ekiple nereye gitsek, bu yağmurda nereye gidilir ki derkeeen tuttuk Lou Jain in yolunu... Gecenin sonunda Seldanın bombalarıyla birlikte (aaa ezan okunuyo sabah ezanını erkene almışlar) çorbalarımızı da bir güzel içtik ve ertesi günkü Ege bölge pikniği bizim 2 de kalkmamız nedeniyle yalan oldu...
Fırsat bu fırsat ver elini bostanlı, karşıyaka, alsancak, mavişehir, göztepe, üçkuyular, kordon, vapur keyfi, alışveriş, her zaman ki gibi tıkınmaca... Tabi bu arada biz İstanbul'da kokoreç yemiyomuşuz aslında bunu Karşıyakada yediğim kokoreçten sonra anladım. Gerçek bağırsağın lezzetiyle tanışınca ahahahha...


Anlaşıldığı üzere İzmirde gezilmedik yer bırakmadan 4 günü bitirdik. Rehber Mügeyse İzmirin tadına doyum olmaz. Zira son akşam Kordon'da rakı balığa dalıp uçağı kaçırıyordum. Havaş yarım saatte bir var bunu da özellikle belirteyim, saat başı sanıp sonra benim gibi taksicilerle pazarlık yapmak zorunda kalmayın:)
Bir de mümkünse hava durumuna önceden bakın ki elinizde şemsiye ile gezmek zzorunda kalmayın.

Yaz geldiiii, herkese iyi tatiller... Bu arada benle aynı stresi yaşayan herkese müjdemi veriyorum, yarın tezimi teslim ediyorum, bütün sene benle sabahlayan, mükemmel ödevlerime yardım eden herkese çook teşekkür ederim yarın mezun oluyoruz...

30 Mayıs 2010 Pazar

sonunda geldin yaz...


Haziran da gelir mi okulda biter mi derken haziran geleyazdı ama okul biteyazamadı henüz... Proje bir türlü teslim edilemiyor, tam edildi derken tarih 9 hazirana erteleniyor... pufff

Okulda bitsin bankadaki projeler de, sonra yaz hiç bitmesin. Son 3 senedir mayıs ayıyla açılan sezon hazirana 2 kala haalaaa açılamadı. Bunun acısı fena çıkarılacak. Bodrum üstü Yunanistan mı yoksa parasızlığın bizi götüreceği Marmaris mi olur bilinmez ama intikam planları hazırlanıyor.Aslında bugün bitirme projesi "insanın hayatını bitirmeden nasıl yazılır" konulu bişeyler yazmayı düşünüyordum ama hava o kadar güzeldi ki kahvaltıya gittiğimiz yeri anlatmaya karar verdim. Neresi mi? İşte tam burası :)

İçerisi oldukça tatlı olan Nar'da önünüze gelen menü de bi seyahat edesi geliyo insanın. Aslı Newyorkta, Alper Amsterdamda gibi isimleri görünce karar verdik galiba bizde Yunanistana gitmeye:)
Beril ve Yiğit'in tabaklarını tavsiye edebilirim, hele o süper reçel ve pancake'in birleşimi:)

Haaa bu arada bu güzel pazar gününün öncesinde bir de süper cumartesi vardı. Kuzular ve Aslıyla yenen yemeği Ortaköydeki takı turumuz  izledi. Malesef tezgahlar kaldırılmış, Ortaköy'ün de bütün güzelliği bitmiş. Aralarda kalan birkaç tezgah dışında insanın gözleri şalları mumları satan tezgahları arıyor...
Takı turunda uğur ilan edilen 3 bilezik de alınınca otoparkın yolunu tuttuk. Otopark diyip geçmeyin Ortaköy trafiğine inmeden 10 tl ye arabayı park ediyosunuz. İçeri girince tek gözü mor teyze karşılıyor sizi:) Merak edenler için otoparkın adı Kısmet:)

Veee yollardayız Aslıyla, şarkı falı eşliğinde... Sonunda Mügüşün ne zamandır istediği Seldanın da tüm ısrarlarımıza dayanamayıp geldiği Suadiye cafe de şarap gecesini gerçekleştiriyoruz. Peynir tabağımız şarabımız ve fonda Manganın "we could be the same"... (Tebrikler Manga ilk üçte olmamızı sağladın...)

İzmir öncesi haftasonumuzu da bu şekilde tamamladıktan sonra haydi projeye geri dönme zamanı diyorum. Haftaya İzmir'den notlarla tekrar burada olacağım...

Kendime yeni fotoğraf makinası aldım... Profesyoneli alana kadar ( bir sonraki terfii ye inşallah:)) şimdilik digitalle çektiklerimle karşınızda olmaya devam edicem...

19 Mayıs 2010 Çarşamba

waiting for the miracle


Geçen gün işten çıkarken Mehmet le konuşuyoduk, bu blog işi emek istiyo diye... Web 2.0 cılar diyo ki sosyal ağlar paylaşım için ama bloglarda ne yazıldığı, içeriğin ne olduğu çok önemli. Becerikli olsam dicem ki incik boncuk bişiler yapim de burdan reklam olsun... Gel gör ki öyle bi becerim yok, bende onun yerine o an aklıma ne geliyosa onu paylaşıyorum. Olmuyo mu yani şimdi blog, web 2.0 a ters mi düştü? Web 3.0 geliyo arkadaşım içerik falan kalmıyo, artık pc ler beynimizi okumaya baslıcak. Siz daha blogun basına geçmiş ayy ne yazsam derken pc anlıcak aklından gecenleri ve baslıcak oraya senin yerine sevgiline söylemek istediklerini yazmaya:) Neyse içerik falan beni ilgilendirmiyo, içimden ne geliyosa yazıyorum işte...Zorla değil ya...
Gel gelelim kutlaması bitmeyen bir dogum gununun 18mayıs akşamı sonuncu diye düşündüğüm kutlamasına. Aslı ve Efeyle çıkılan öğlen ve akşam yemegini eski arkadaslarımla yapılan kutlama, ardından cuma günü bankada yapılan kutlama veeee gecesine Baykuştaki Yabancısı değilim organizasyonu takip etti.Milyon tane dileğin hangisi olur bilemiyorum, ama biri de tutar heralde:) Tam bitti derken dün akşam da hayatımın en güzel pastasıyla, kermitciğimin süprüzüyle bir dilek daha tuttuk... Yalnız fena alıştım bu kadar kutlama sonrası önümüzdeki sene bunun altında kalmamalı, şimdiden duyurmak lazım ki herkes elini sıkı tutsun...

Herşey yeni bittiğine göre burdan da tekrar teşekkür etmek istiyorum, hayatımda olan, doğum günümde beni yalnız bırakmayan süprizleriyle, rengarenk balonlarıyla gelen herkese; İYİ Kİ VARSINIZ...

11 Mayıs 2010 Salı

Geceler mi uzadı bu karanlık ne,Gönlümün bayramları, şenliği söndü...

...diyerek bir uzun geceye daha başladım. Dersin başına nasıl daha geç oturulur derkeeeen kendimi bloga bişeyler karalarken buldum tabi kiii:)
Bugün Ahırkapıdaki resimlerimize bakarken aklıma geldi "neden bu proje bi turlu yola giremiyor" diye. Cevap basit; sen kalkıp okulu asar da Ahırkapıya gidersen dilek dilicem diye bide okulla ilgili bişeyler yazmayı unutursan sonucuna da böyle katlanırsın... Öyle çöp adamlar çizmek, $ işaretleri koymakla olmuyo bu işler:) İki şey istemiş gibi görünsem de tek bi şeyde toplanabilir ikisi = Zengin Koca... Müge gibi atı, yatı, katı olsun da demiyorum. Hayır, o kadar ağaç dalları kırdığıma mı yanayım, denizi kirlettiğime mi yanayım yoksa hala bu dileklerden bişey çıkmadığına mı yanayım bilemedim... Bezden bi adam dikmek lazımdı da malesef düğme bile yamuk diktiğim için mazallah dileğin tutacağı çıkar beceriksizliğimden karşıma da yamuk yumuk bi adam çıkar:) En azından çöp adamın bi duruşu var...
Neyse, 8de çıkıp 9buçukta varabildiğimiz sahil tıka basa doluydu. Meğer herkes ne ümit bağlamış bu geceye. Dilek ağacına kağıtlarımızı sarıp sarmaladıktan, garanti olsun diye bi kopyasını da denize attıktan sonra geçtik 8-9luk mu 9-8lik mi neyse onu oynamaya... Mis gibi tantuni kokuları arasında havai fişek gösterisini de izledik. Tüm bu seremoninin herşeyi yerine getirilmiş olmasına rağmen hiç bişey olmamasının nedeni antetli kağıtla dilekte bulunmam mıydı? Orhanın dediği gibi orada gerçekten bizim kısmetimizi engelleyen bi kalkan mı var, dileklerime kadar ulaştı?
Bir başka bahara demiyorum, demek istemiyorum... oturdum bekliyorum sadece:)

Kağıt seçimini yanlış yapmadıysanız eğer Herkesin dileklerinin gerçek olmasını diliyorum... 

ps: birisi dileğini bulmaca gazetesine yazmış asmış, işi çok zor gibi geldi bana:)

9 Mayıs 2010 Pazar

Bana kaderimin bir oyunu mu bu

diye sormak hatta hayyykirmak istiyorum... Mayis ayiyla birlikte bahar geldi hersey duzelcek derken daha ilk haftadan h.sonu mesailerine basladik.Ing ring in 2gunluk yogun ama zevkli programinin ardindan (mugeyle ozanin ve ozgurun ellerine saglik) cuma aksami kokteyl sonrasi sondan 3.sinavima girmek uzere okulun yolunu tuttum. Sunum bitti oh derken hocanin cok az zamanin kaldi ve projen icin calismaya hic gelmedin demesi haftasonuna nasil girecegimin habercisiydi. Ama kulagimi tikadim bunlara moral bozmak yok once turhan beyin geceye damgasini vuranntelefon sakasi esliginde asmalida yemek sonrasinda dogum gunu pastamizla baykusta orhana supriz... Cumartesi sabah 8de calan alarmla birlikte haftasonunun vazgecilmez mekani bankaya yolculuk. Ingilizce projesinin ilk meyvesini aldim.sinavlar bitti:) bankadan kendimi disari atip asli efe ve anila hisarda kahvalti ustune bebek programinda eslik ettim.aksam aslinin deyimi ve ozan efe anilin secimiyle cumartesine yakisir bir yemek sonrasi 360da solugu aldik.bu yazi cok bir gunluk tadinda oldu farkindayim ama 360in detaylari buraya yansimasa da olur:) sabah 4bucukta uyuyup sonra 8bucukta yine bankada actim gozlerimi.veee ist ankara izmit etaplari tamamlandi... Darisi diger illerdeki sinavlarin basina diyorum ve koca haftasonu projeye bir satir karalayamamis olmanin verdigi aciyla ama fenerin attigi 3golunde sevinciyle basimi yastigima koyuyorum...

28 Nisan 2010 Çarşamba

Hayirdir insallah

Gecenin bir yarisi 1haftadir 10dan once kalkmadigimi da dusunursek bu uyku hangi akla hizmet kacabildi acaba? Ama kacti iste bi kere.tam da yilin sunumunu kazasiz atlatmis ve hicbir elestiri almamis huzurla uyuyabiliriz demisken. Bugun sunu sordum kendime neden sahilden giderken oradaki zengin hayatlarin icine dahil olmak zorundayiz.neden o evler nasil dosenmis 106 ekran tv lerinde ne izliyolar gormek zorundayiz? Bilmem kac milyar para verip yaptirdiklari o perdeler ne ise yariyo acaba? Biotobus dolusu insan belkide sahip olamayacaklari o hayati neden izlemek zorunda her aksam evlerine donerken? Uykumun kacmasinin nedeni biraz da adaletsiz dunyanin bize dusundurdukleri ve yaptirdiklari olabilir aslinda... Gecenin 12bucuginda yapcak daha iyi biseyiniz yoksa bunlari sorgulamaya baslarsiniz tabi...daha fazla huzuru mutlulugu kacirmamak kafayi bunlarla bozmamak adina artik sahilden gecen herkesi o camlarin arkasindaki hayatlara soylecekleri sozlerle basbasa birakip uykunun kollarina birakiyorum kendimi.

26 Nisan 2010 Pazartesi

hayatımın en güzel 6 gunu olması gerekirken...

Malesef en kötü 6 gunu şeklinde geçiyor izinli olduğum şu süre :( Biri bana olur da çalışırken yüksek lisans yapılıyo mu diye sorarsa hem mezarda yatıp hem de helvanı kavurabilir misin diye sormak istiyorum!!!


Okulun bitmesine son bir ay kala artık isyanlardayım. Cuma günü süper bi gecenin ardından uyumakla sonra da Kanyonda geçti. Tam bütün tatil böyle geçse derken, cumartesi sabahı bankaya tıkılmakla başlayan haftasonu, pazar günü akşam üzeri bankadan kendimi dışarı atmamla son buldu. Evde izlenen Fener maçını, Tophanede izlenen cincon maçı takip etti. Derken farkettim ki koskoca 3 gün ellerimin arasında kayıııp gitti, bu sürede teze mi baktım projeye mi? Pazar akşamı 11 de gelen uyku pzrtesi sabahına projelerime zinde başlayacağımın habercisiydi. Sabah ın 8inde Aslı nın telefonuyla tek gözüm açılsa da izinli olmanın verdiği coşku 10a kadar yataktan çıkarmadı beni.
Elimde Cornflakes karşımda TV E.L Raymondun en keyifli bölümlerinden biri... İşte hayat buuuu...
derkeeeen alarmın bana ders çalışmalısın dedi. Kaçan keyfimle birlikte oturduk masa başına. Şu satırları yazmaya başladığım anda bir projenin bittiğini müjdeliyorum:) Geriye kaldı 2 ödev, 2 sunum ve koskoca bir tez. Tüm bunları yapmak için de minicik bir ay var önümde...

Şimdi sormak istiyorum çalışırken yüksek lisans yapılır mı?

21 Nisan 2010 Çarşamba

kuşlar kediler böcekler...

Herşey bu kadar mı üst üste gelir derken bazen güzel şeylerinde arada geldiğini unutur olmuşuz ya da kötü şeyler o kadar çok karartmış ki gözümüzü o renkleri göremez olmuşuz. Okuldu, sınavdı, projeydi, işti güçtü, zarttı zurttu diyip dururken, var olan toz pembe hayallerin pembesi gitmiş tozu kalmış:)
Şimdi o tozları da uçurmamak için sıkı sıkı bir yere kapamak gerekiyor sanırım... Yaratıcılık kısmı size kalmış, şişeye mi tıkarsınız, avucunuzda tutup biraz da olsa süzülmesine izin mi verirsiniz...
Önemli olan hayatın tüm bu karmaşası içinde, günün tüm yorgunluğu ve stresi arasında derin bir nefes alıp etrafa farklı gözlerle bakarken o renkleri görebilmek bence. Ben son zamanlarda pek yapamadım ama bu akşam okul çıkışı hazır arabamda servisteyken kendimi sahile attım. Sabah ki havanın aksine tatlı bir serinlikle birlikte harika bir hava vardı. Sahil boyunca gece balık tutanlar, hemen yanı başında kediler ve tabiki tepede gezinen martılar...Akşamın bu saatinde bile sahil öylesine kalabalıktı kuşuyla kedisiyle böceğiyle...
Bu arada spora gidememenin vermiş olduğu vicdan azabını biraz olsa azaltması için de çıktım yola ne yalan söyleyeyim:) Ama sıra yokuş tırmanmaya gelinceeee caydım tabi:) Nasıl olsa havalar güzelleşiyor artık sahil yürüyüşleri yada bir türlü katılamadığım ve Burak'ın sürekli davet ettiği koşular başlar.
Neyse şimdi de kilo derdine düşmeden, gelen baharın tadını çıkarmak ama bu arada bir türlü başlanamayan ve 1 ay sonra teslim edilmesi gereken tezin önsözü için oturuyorum masa başına...


Son olarak da bu şiiri paylaşıp gidiyorum:)

Dogdugumda Siyahtım
Büyürken Siyahtım.
Güneşe Çıktıgımda Siyahtım.
Korkunca Siyahtım.
Hastayken Siyahtım..
Öldügümde Hala Siyahım...
Ve Sen Beyaz Çocuk...
Dogdugunda Pembesin.
Büyürken Beyazsın.
Güneşe Çıktıgında Kırmızı.
Üşüdügünde Mor.
Korktugunda Sarı.
Hastayken Yeşil.
Öldügündede Gri'sin.
Sen şimdi bana renklimi diyorsun???

17 Nisan 2010 Cumartesi

bam teli.../karamürsel

neden bam teli diye sorarsanız birileri (!) artık begendi de mi böyle söyledi bilmiyorum ama yazılarımın bam teli tadında olduğunu dile getirince bende bi sonraki yazının başlığı senin için bam teli olsun dedim...


uzunca bir sınav doneminden sonra bankadakilerle yapsak yapsak nasıl bir organizasyon yapsak diyorduk ve bu sefer kalmalı bir yerler olsun isteğinin üzerine İK durmadı ve çalışmalarına başladı. Sapanca da bulunan harika evle anlaşılamasa da Karamürselde bulduğum otele gidelim kararı alındı. Erkan abinin hikayeleri (!), gitarı, piyanosu, harika misafirperverliği, otelin süper manzarası, şöminesi ve bizim süper ekibimiz eşliğinde bir haftasonu geçti karamürselde.
2 saat kadar süren yolculuk sonrasında otele vardık ama bizi karsılayan Erkan abi, hemen esyaları bırakın oksijen almaya cıkıyoruz dedi... 2 saatimizi de dağlarda kutsal sular, silah atışları ve 400 yıllık dilek ağacının altında geçirdikten sonra (zam dönemi agacın içine tek sığan ben olduğum için ne dilediğimi tahmin etmişinizdir sanırım) donduk otelimize.
uyusak mı dinlensek mi derken kendimizi manzaraya karsı elimizde içkilerimizle sarkı söylerken bulduk... İşte o an:)
bu arada tüm bu tatil boyunca içimde bir vicdan azabı.. pazartesi günkü son sınava kim çalışcak acaba diye ara ara sesini duyuruyordu ama akşam olurda müzik başlarsa o sesi söylediğimiz şarkılar pat diye bastırır:)

Erkan abiye verdiğim sözü tuttum, reklamı da yapıyorum biz çok eğlendik yeşillik, eğlence, kimse bize karışmasın ama aynı zamanda otel tadında olsun bu tatil diyosanız bulun en az 10 kişiyi oteli kapayın ve mutlaka buraya gidin...

27 Mart 2010 Cumartesi

baileys frappeeee

Yine güzel bir haftasonu ama yine vicdan azabı duymamak için evde geçiyor...
ya işe gidip çalışmalı ya evde oturup projeler için araştırma yapmalı ya daaa bu ara çok ihmal edilen spora gitmeli...
Dışarda tüm soğuğa rağmen güneşli bir hava var ve dışarı çık diye güneş ışıklarını gözümün içine içine sokuyor. Tatilden döneli henüz 2 hafta olmasına ve benim hala türkiyede kaçak gibi görünüyor olmama ragmen mayısta bulgaristana gitmeli mi gitmemeli miyim sorusuna cevap aramam akıllarda maasımla ilgili sorular uyandırmasın:) tamamen vizeyi sonuna kadar kullanma çabası. Bu arada vize demişken yıkıldığım andır ki bulgaristanda schengen geçmiyormuş. O yüzden rotamızı yunanistana çevirdik. Şimdi eşlikçilerimi arıyorum...
Pelinin lisedeyken Yunanistandan getirdiği ve bayılarak içtiğimiz Frappeleri neden gidip birde orada içmeyelim ki:)

Bu arada ağzı sulanan ve şuan denemek isteyenler tarifini buradan alabilirsiniz.

2 Nisan itibarıyla başlayan ve 18 nisana kadar bana nefes aldırmayacak sınav-sunum ve bilimum işkenceler için yine sabahlamalar başlıyor... Sanırım o zamana kadar yakalanmamış olursam firar edeceğim:)

Benimki gibi olmasın herkese iyi haftasonları...

PS: Bu akşam Balansta Oldies but Goldies var...