11 Ağustos 2010 Çarşamba

ambulaaaaaannnnsss

İğrenç bir yaz günü bankadan çıktım, ismini vermek istemediğim bir devlet hastanesindeyim...Serum taktırcaz nöbetçi doktor arıyoruz. Berbat haldeki koridorlarda, yarısı kopmuş pislikten geçilmeyen banklar. Üzerinde sıcaktan bunalmış, saatlerdir gelecek diye doktor bekleyen insanlar. İşten çıkmış halde gittiğim için herkesin dikkati benim üzerimde.  Küçük bir kızın gözü saatime takılıyor. Lüle lüle saçları terden yüzüne yapışmış. Yüksek ateşten dolayı gelenlerden aynı etrafındaki diğer çocuklar gibi.
"Koridorun sonundaki oda, üst kata çıkın, nöbetçi doktorlarımız alt katta" vs gibi cümleleri farklı farklı bin tane kişiden dinledikten sonra biraz daha sesimizi yükselterek nöbetçi doktor nerede bulabiliriz diyoruz.
Sonunda biri ilgileniyor ve bize beklememiz gereken odayı gösteriyor. İçeride 3 yatak var, çingene pembesi perdelerle ayrılmış. Vantilatör odayı havalandırmaya yetmese de dışardaki havasızlıkla birleşmiş ter kokusunu alıyor burnumuzdan. Odanın dibindeki yatağa geçiyoruz. Elimde kitabım (!) hemşireyi beklerken sedyenin üzerinde uzanmış masum gözlerle bize bakan çocuğu görüyorum. bir süre sonra hemşire geliyor serumu takmaya, böyle şeyleri görmeye dayanamadığımdan annemi bırakıp çıkıyorum dışarı. Hemşireyi kolluyorum o çıkınca ben dalıyorum odaya. Sonra annemle anlıyoruz ki çocuk bize masum gözlerle değil boş gözlerle bakıyormuş. Balkondan düşmüş, yarası beresi yok ama travma, iç kanama geçirmiş olabilir diye yatırıyorlar orada. Annesi arada bir gelip ""Serhaaaat uyuma oğlum diyor, eline soğuk su alıp yüzünü yıkıyor Serhat'ın. O kadar küçük ki, Serhat elini kanatarak taktıkları seruma, bizde Serhatın yüzüne baktıkça tutamıyoruz kendimizi annemle. Saatlerdir ambulans bekliyorlarmış meğer başka bir hastaneye sevk edilmek için. Ama bu hastanede ilgi alaka o kadar fazla ki orada olduğumuz bir saat boyunca Serhat'a bakmak için kimse uğramıyor odaya.
O sırada başka bir ufaklık geliyor odaya. Saçları henüz boya görmemiş çocukluk saçlarım gibi. Lüle lüle...
Soymuşlar onuda 40 derece ateşle gelmiş, anne iğne yapmasınlar diye ağlıyor. Ama buz torbası bile bulunmayan hastanede çocuğu çırılçıplak soyup etrafını pamukla sarıyorlar mumya gibi. Kapının önünden her doktor ya da hemşire geçtiğinde ağlıyor iyileşicem ben iğne yapmasınlar diye...
Bu sırada etrafla bile ilgilenemeyecek kadar yorgun düşmüş Serhat'ın gözleri iyice kapanıyor. Dayanamayıp "bende araba var beklemeyelim ambulans falan" diyorum. İçimden lanetler ediyorum devlet hastanelerine...
Annemin şıp şıp damlayan serumuna takılıyorum oyalamaya çalışıyorum kendimi yoksa Serhat'ı kapıp götürcem. Derken beklenen adamlar geliyor. Kolunda çatlaklar olan Serhat'ı kucaklarına alıyorlar!!! Karga tulumba çocuğu götürüyorlar. Bunca saat bu berbat hastanede ambulans beklediklerine mi yoksa bekledikleri adamlarında çocuklarını kucaklarında paldır küldür taşıdıklarına mı yansınlar???
Birkez daha anlayarak annemle ne kadar pahalı olursa olsun özel hastaneden vazgeçmemek lazım diyoruz. En azından insan muamelesi görüyoruz...

Umarım iyileşirsin Serhat...

Hiç yorum yok: